Allah’a güzel borç verin, Allah misli ile geri öder. ( Hayata Dair)

Taşkın Koçak 2023-07-31

Allah’a güzel borç verin, Allah misli ile geri öder. ( Hayata Dair)

Yıl 2000 ilk çocuğumuz olmuş ve çok heyecanlıyız, Annelerin bebeklerin resimlerinin çekilmesini özellikle çok istediğini bilirsiniz, tabi o yıllarda cep telefonlarında henüz kameralar yoktu. Hanımım defalarca bana bir fotoğraf makinası almam için telkinde bulunuyordu, bende bu durumu kısmen geçiştiriyordum. Bir yandan da araştırma yapıyordum o zamanlar dijital fotoğraf makinaları yeni çıkmış ve pahalıydı herkes tarafından bilinen bir Japon marka kamerayı en uygun Sirkeci’de ithalatçısında bulmuştum. Hanımımın ısrarları artınca tamam dedim bu Cumartesi alacağız inşallah.. Cumartesi hem gezme olur hem de makinayı alırız dedim.



Cumartesi günü öğlen iş yerinden çıktım eve vardım aracım biraz kirliydi eşime ben aracı biraz temizliyeyim dedim. Aracı temizlerken bana yük olmasın diye cüzdan, araç ruhsatı ve telefonu üzerime almadım küçük çantam ile evde bıraktım. Hanımıma gelirken çantayı bana getirmeyi kesinlikle unutmayasın dedim. Hanımım tamam dedi gittim aracı temizlemeye başladım. Yarım saat sonra hanımım hazırlanıp bebekle birlikte geldi. Araca bindik Mart ayıydı, hava gri kapalı ve biraz soğuktu. Hanımım bebekle birlikte arka koltukta oturuyordu. Boğaz köprüsüne geldiğimde polis araçlarını görünce aklıma cüzdan ve ruhsat geldi dedim ki hanım cüzdanımı telefonumu ruhsatımı aldın mı? Ses gelmedi bir daha sorunca mahcup bir eda ile onları evde unuttum. Biraz kızdım peki parada evde kaldı simdi Ortaköy den döneceğim artık başka zaman alırız şimdilik nasip değilmiş dedim. Hanımım fotoğraf makinasını almayı çok istediği için bana benim param var sana borç vereyim dedi gülümsedim. Yahu hanım ne olur ne olmaz kimlik yok, ehliyet yok, ruhsat yok ısrarla bir şey olmaz gidelim dedi o an biraz kendi kendime düşündüm bugüne kadar İstanbul’da beni hangi polis durdurdu boş ver hem cumartesi en iyisi gidelim dedim sonra tamam hanım gidiyoruz dedim.

Eski Ticaret Odası binasının yanına geldik. Mercan’ın karşısında şuan Ticaret Üniversitesi olan bina ile Unkapanı köprüsü arasında hafta sonu olması sebebi ile turist otobüsleri park etmişti. Arabamı park edeceğim ufak bir yer gördüm ve oraya girdim. O zamanlar ispark falan yok o dönem meşhur değnekçiler vardı. Arabadan inince kolunda kırmızı bir bant olan şahıs bana abi ne kadar kalacaksın dedi 3 veya 4 saat dedim tamam abi olur 5 milyon TL park ücretin var yani bugünün 15 veya 20 TL’si değerde olan parayı verdim. Adama arabayı çekmezler değil mi dedim yok abi biz buradayken kim çekebilir rahat ol git işine bak dedi. Peki, sağ ol dedim.

Adam bana çok güven vermemiş biraz tedirgindim neyse Allah hayır eylesin diyerek eşimle fotoğraf makinasının satıldığı yere gittik iyi bir pazarlıkla istediğim makinayı satın aldım. Sonra kapalı çarşı ve çevresinde biraz gezdik ve akşam namazını yeni camide kıldık. Hanımım ile Mısır çarşısının yanındaki şarküteri dükkânlarına girdik çok güzel ürünler vardı hanımım evde ihtiyaçlar var alalım buradan bende olur dedim. Çeşitli ürünler aldık ayrıca Tahtakale’de ev içinde bazı malzemeler aldık. Benim iki elimde tamamen doldu eşyaları taşıyamaz haldeydim eşimde bebek var ve ayrıca onunda bir elinde poşet vardı. Tüm parayı harcamıştık cebimde 3 milyon TL kalmıştı. Köprü geçiş ücreti 1 milyon TL’ydi ve nakitti yani o zaman elektronik geçiş sistemleri de yoktu.

Alışverişimizi bitirmiş araca doğru yönelmiştik o esnada hava karamış ufaktan yağmur yağmaya başlamıştı. Her zamanki gibi Sirkeci trafiği ve kalabalığı muazzam artmıştı zorlukla ticaret odasının önüne geldik. Aracı ticaret odasından 100 metre ileriye park etmiştim. Arabayı bıraktığım yere geldim fakat aracı bir türlü göremiyordum kendimden şüphelenmeye başladım acaba arabayı başka yere mi bıraktım diye ama mümkün değil aracı oraya bırakmıştım bizim aracı bırakın o alanda geldiğimde onlarca araç vardı o saatte bir araç dahi kalmamıştı ve bizim araçta yoktu. Unkapanı köprüsüne kadar yol kenarında hiç araç yoktu.

Şaşkınlıktan nutkum kurumuş bir an kendimi kayıp etmiş yürümeye devam ediyordum.

Eşim arkadan seslendi nereye gidiyorsun görmüyor musun araba yok ama hala inanmıyor bir umutla yürümeye devam ediyordum. Biran kedime geldim ve eyvah dedim ellerimdekilere baktım döndüm hanımıma baktım. Yorulmuş bir eda ile Taşkın nereye gidiyorsun dur dedi araba yok işte nereye gidiyorsun dedi. Yağmurda hızlanmaya başlamış aracıma ne olduğunu düşünmeye başladım acaba çalındı mı yoksa çektiler mi her şekilde benim için çok üzücü bir durum üstelik cüzdanım, cep telefonum ve araç ruhsatı da yanımda yoktu. Biran durup yağan yağmurun altında başımı gökyüzüne çevirdim gözlerim dolu vaziyette Allah’ım Allah’ım sen yardım eyle dedim ve tekrar ticaret odasına doğru yürümeye başladık. Her ikimizde ıslanmış, bitkin ve yorgun düşmüştük.

Ticaret odasının önüne geldik ticaret odasının üç güvenlik görevlisi kendi aralarında sohbet ederlerken Tedirgin bir edayla selam verdim üçü de bize döndüler ıslanmış ve yorgun olduğumuzu görüp;

Hayırdır birader nedir bu haliniz?

Dedim ki;

Abim burada aracımı park etmiştim ayrıca park görevlisine de parada vermiştim geldim ki ne aracım var nede park görevlisi adamlar bir birlerine baktılar sonra;

Kardeşim o değnekçiler park görevlisi falan değiller önüne gelenden para alıyor o alanda araçları genelde polis çeker endişe etmeyiniz aracınıza bir şey olmamıştır.

Peki, abim araçları bu bölgede nereye çekiyorlar dedim güvenlik görevlisinin biri üzgün bir halde işte o çok kötü hayırdır abim dedim kimi zaman Unkapanı İMÇ bloklarının arkasında bir yer var oraya götürüler, kimi zaman Sirkeci garının oraya bazen de Sultanahmet’tin arkasında bir yere… O bunları söyleyince benim üzüntüm iyice arttı ve cebimdeki 3 milyon lira ( bugünün parası 25 TL civarı) ile nasıl buraları gezeceğimi düşünmeye başladım ve nasıl olacak dedim kendi kendime dedim, adam;

Taksi ile oralara gitmelisiniz başka şeklide zor olur hem hava soğuk, hem yağış var ayrıca çocuğunuz ve ellerinizde ki poşetler ile bu zor olur. Başımı çevirdim yola baktım ticaret odasının cebinde bir aracın beklediğini gördüm şaşkınlıktan rengini dahi göremiyordum araç o zamanın taksileri ile aynı modeldi gidip taksici ile bir anlaşmaya çalışayım diye düşündüm.

Adama, Selamün aleyküm dedim oda selamımı aldı ve ben henüz bir şey söylememişken şunu söyledi.

Abi gelin sizin aracınızı bulacağız inşallah dedi şok oldum! Binin arabaya dedi ben öne bindim eşimde arkaya bindi sonra bir an aracın sarı değil de yeşil olduğunu fark ettim hemen kuşkulandım daha araç hareket etmemişken;

Abim dur siz taksi değil misiniz?

Hayır dedi. İçimden yahu İstanbul burası kimin arabasına biniyorsun be kardeşim dedim.

Abi biz inelim dedim oda bana döndü dedi ki;

Müslüman sabırlı ol endişe etme sizler benim kardeşimsiniz ben size yardımcı olmaya çalışıyorum o ara kulağıma bir ses geliyordu o sese odaklandım baktım ki aracın teybinde Abdulsamed’in Kuran’ı kerim kaseti çalıyor o zaman rahatladım ve dedim ki;

Abim nasıl bildin aracımızın çekildiğini?

Ben bir dostumu burada indirdim tam hareket etmek üzereyken senin ve yengemin tedirgin halde yürüdüğünüzü ve çok telaşlı bir şekilde güvenlik göreviler ile konuşmanız dikkatimi çekti, camı açtım ve sorununuza vakıf oldum. Kendi kendime bu kardeşlere Allah rızası için yardımcı olayım dedim tam araçtan inip size benimle gelmeyi teklif edecektim ki sen geldin.

Bende hay Allah senden razı olsun güzel abim dedim. Bunun üzerine aracı hareket ettirdi;

Birçok yere araçları çekiyorlar ama isterseniz önce Unkapanı’dan başlayalım eğer orada bulmazsak Sultanahmet’e orada da yoksa Sirkeci garının orya gideriz peki dedim ve muhabbet ede ede gittik trafik felçti Unkapanı’nın arkasına gidişimiz yarım saat sürmüştü oto parka gittik bana dedi ki,

Bende ineyim birlikte bakalım tamam dedim indik baktık ama aracı göremedim dedim ki araç burada yok oda tamam Sultanahmet’te gidelim dedi ama istersen bir daha bak şaşkın ve tedirginsin gözünden kaçmış olabilir. Peki dedim tekrar bakındım az önce önünden geçtiğim arabamı gerçekten şaşkınlıktan fark etmemiştim. Sonra tamam abim aracı buldum.

Çok sevindik, dedi ki;

-Başka yapacağı bir şeyin olup olmadığını bana sordu bende, gözyaşları ile Allah razı olsun dedim.

Bunu unutamam abim bana sarılarak dedi ki,

Ben senin durumunda olsaydım senin bunu yapacağını yani bana veya başka birine yardımcı olacağını biliyorum inşallah…

-Rahat ol dedi duygularım iyice artmış kendimi zor sakinleştiriyordum

-Senin ne iş yaptığını sormadım bana biz bebek giyimi işi yapıyoruz dediniz yeriniz nerde? Dedim,

-Burada Unkapanı İMÇ bloklarındayız dedi kartvizit istedim, Şuan yanımda yok dedi, bana sen numaranı ver ben seninle iletişime geçerim dedi, bende verdim ve vedalaşarak ayrıldık. Aracı bulunca rahatlamıştım fakat problemim hala devam ediyordu çünkü cebimde sadece o zamanın parası 3 milyon TL vardı. (bugünün 25 TL civarı) Araç çekme parasını nasıl ödeyeceğim diye düşüne düşüne hanımımla birlikte otopark görevlilerinin olduğu binaya girdik. Bir trafik polis ve bir sivil görevli vardı. Buyurun dediler aracımızın çekildiğini ve hangi araç olduğunu söyledikten sonra polis bana , -Araçtan ruhsatı getirimisiniz dedi bende ruhsat araçta yok sadece aracın anahtarı var dedim iyide nasıl olur bu dedi tüm olan biteni anlattım sonrasında bize baktı halimiz perişan

Tamam dedi boş verin ruhsatı 35 milyon TL araç çekme cezanız var cezayı ödeyin aracınızı alıp gidin dedi. Ben polise size söyledim abim cüzdan dâhil her şeyim evde kaldı.

İyide kardeşim hadi 15 milyondan vaz geçtim ama 20 milyonu mecburen almak zorundayım otopark hakkı olan 15 milyon tamam bizden olsun durumunu anladım ama 20 milyon vâkıfın buna bir şey yapamam tahsilatı yapmadan aracı veremem.

O zaman eşimin kimliğini size rehin bırakayım aracı veriniz yarın parayı getirip kimliği alırım dedim.

Polis memuru biraz durdu ve maalesef olmaz dedi baktım ki ısrarım çare etmiyor polise telefonunuzu kullanabilir miyim akrabalarımdan birisine haber vereyim para getirsinler diye oda telefonumuz arızalı al bende bir jeton var dedi otopark ana giriş kapısında bir telefon kulübesi var oradan telefon edebilirsiniz dedi. Peki, dedim eşim araçta otursun ben gideyim telefon edeyim polis memuru olur sorun yok dedi. Hanımımı, eşyalar ve bebeği arabaya yerleştirdim sonra otopark kapısında dışarı çıktığımda kaldırımda yürürken bir ara durakladım başımı gökyüzüne çevirdim yağmur kesilmiş bulutlar açıyordu o gün dolunay vardı. Aya bakarken gözlerim yine nemli vaziyette ya Rabbim bu nasıl bir haldi böyle kendi kendime söylenirken başım gökyüzüne dönükken bir araç yanıma yaklaştı baktım yine aynı kardeş geldi dedi ki;

Ne oldu yok bir şey hacı abim telefon kulübesine gidiyorum bir telefon edeceğim. Bana;

Arabaya bin dedi hayırdır? Dedim

Yok, bir şey inşallah… Tavırlarımdan üzerimde para olmadığın anlamıştı gittikten kısa süre bizi merak edip tekrar dönmüş ve benimle otoparkın dışında karşılaşmıştı. Ben yine şaşırdım tekrar otoparka girdik eşimde bizi gördü ona baktım oda şaşkındı sonra bana dedi ki arabada otur tamam dedim gayri ihtiyari abi ne yapıyorsun? Dedim merak etme ve bekle dedi. Arkasından bakınıyordum otoparkın ofisine girdi ve polise cezanın ödemesini yaptı. Bu durumda ben artık kopmuştum yahu Allah’ım bu nasıl olur ya Rabbim sana kurban olayım demeye başladım eşimde o manzaraya şahit olmuş oda gözyaşları içerisindeydi bir an bu durum karşısında bayılacak gibi oldum arabadan çıktım tekrar o abimize sarıldım.

Abim sen kimsin dedim.

Merak etme dedi sende benim yaptığımın aynısını yapardın.

Abim ne olur telefonunu ver beni bu borcun altında bırakma oda;

Rahat ol seni ararım dedi. Şaşkınlık gözyaşı, mutluk ve kardeşlik beni benden almış kendimi kayıp etmiştim bana dedi ki;

Seni buradan çıkarayım Şişhaneye kadar önünden gideyim sen şuan şaşkınsın şimdi zorlanırsın buralarda ,

tamam dedim ve yola çıktık eşim gözyaşları döküyor ben döküyorum o ise önümüzde bize yol gösteriyordu nihayetinde şişhane yokuşunda bana soldan devam et dedi kendisi Perşembe pazarına doğru indi ve gitti.

Hanımımın ve benim gözyaşlarımız halen dinmemiş kendi kendime Allah’ım ben ne iyilik yaptım ki sen bana bu yardımı ulaştırdın acaba ben ne yaptım, ne yaptım? Diye kendi kendime sordum tam köprünün üzerine geldiğimde eşime;

Hanım ben buldum iyiliğin karşılığını!

Nasıl? Dedi

Ticaret odasında araç bizi nereden aldı hatırladın mı?

Evet dedi cepten aldı işte her şey o ceple yani o park yeriyle ilintili dedim ve anlatmaya başladım

-Yıl 1996 Kocaeli’nde 18 A.Ş den oluşan büyük bir firmada dış ticaret sorumlusu olarak çalışıyordum firma yüksek ve orta gerilim elektrik malzemeleri üretiyor Dünya’nın birçok ülkesine ihracatımız vardı.

Firma o yıl Almanya Hannover’deki fuara katılmak için hazırlık yapmış fuara gidecek malların gümrüklere takılmadan gittiği gibi gelmesi için gerekli işlemleri ben takip ediyordum. İstanbul ticaret odasından almam gereken çok önemli bir evrak vardı o evrak ata karnesiydi İstanbul Ticaret Odasına müracaat etmiştim o zaman prosedürleri uzun olan bu işlem şuan daha kolay yürümektedir. Hannover’de Nisan ayının ortasında yapılacak fuara az zaman kalmış firmada tüm hazırlıklar bitmiş benim gümrük çıkış işlemlerimi bekliyorlardı. Günler sonra İstanbul Ticaret odasını aradığımda evrakın hazır olduğunu söylediler. Kocaeli’nden kalktım İstanbul’a karneyi almaya gittim. Evrak çok kıymetli başına bir şey gelirse onca hazırlık, çalışma ve harcama boşa giderdi.

Ticaret odası şuan ki mercan yokuşunun karşısındaki Ticaret Üniversitesinin olduğu yerdeydi.


Yine bir Mart ayının ortalarıydı ve hava soğuktu ticaret odasına girdim memurla konuşmaya başlamışken çok şiddetli yağmurun dışarda başladığını fark ettim. Memur bana aman dikkat sakın ola bu karneye bir şey olmasın ıslatmayasınız veya düşürmeyesiniz öyle hemen tekrar çıkmaz fuarınız tehlikeye girer diye beni uyardı. Bende kendisine teşekkür ettim ve evrakı aldım. Dışarı çıktım ve binanın saçaklarının altında beklemeye başladım. Yağmur gittikçe şiddetini artırıyordu yolun karşısında ki binaların saçakları ve ticaret odasının yanındaki tüm binaların yanları insanlarla dolu herkes yağmurun dinmesini bekliyordu. O alanda gözle görebildiğim kadarı ile en az bin beş yüz ya da iki bin insan vardı yağmurun dinmesini bekleyen, adamın biri yolu karşısında yağmura rağmen bizim olduğumuz tarafa geçmeye çalışıyordu. Yağmurun dinmesini bekleyen herkes bir anda o adama odaklanmış ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyorlardı. Bende ona bakıyor kendi kendime bu adam ne yapıyor sırılsıklam oldu diye düşünürken orta refüje geldiğinde ayağını yola atar atmaz düştü. Yol kalabalık araçlar yağmurdan silecek yetiştiremiyor adam oracıkta kala kalmış kimse adamı almaya gitmiyor yağmur çok şiddetli araçlarda durmuyordu.

Millete bakıyorum giden yok bende kıymetli evrak var yanımda şemsiyede yok kendi kendime ne yapayım diye düşünürken yanımda ki adama;

Abi şua adama yardım ederimsin üzerimde evrak var ben gidemiyorum

Yahu kardeşim onlar yalancı dedi. O dönemde yol kenarında sahte sara hastası rolü yapanlar çoktu herkes mevzuyu ona yorduğu için kimse ilgilenmiyordu. İçimdeki rahatsızlığım iyice arttı evrakı kazağımın içine yerleştirdim ve elimle montumun üzerinden evrakı tutmaya başladım bir tek elimle yoğu yağan yağmurun altında araçları zor bela durdurdum yolda en az 10 veya 15 cm su vardı ve ayaklarım su içinde kalmıştı. Adamın yanına gittiğimde halen baygındı tek elime adamı suda kayık çeker gibi çekerek ticaret odasının cebine yani giriş parkına getirdim. Yerden çekerek getirdim çünkü kimse yardıma gelmedi tabii ki su içindeydim her yerim ıslanmış evrak plastik föyün içinde ve bir tek o ıslanmamış diğer her yerim su içinde kalmıştı.

Adamı cebe çektim ticaret odasının merdivenlerinden yukarı çıkaramadım sonrasında bana birkaç kişi daha el attı adamı kapının önüne kadar getirdim ticaret odasının içerisine girdim kolonya peçete vs. malzemeler aldım adamı uyandırdık dedim ki;

-Abi niye beklemedin yağmur geçseydi, oda;

İşe geç kalacaktım daha önce ceza aldım yine kalırsam işimden atılırım çoluk çocuğum var, mecburen geçtim.

Peki, neyin var hastalığın nedir?

Bazen başım dönüyor bu yaklaşık 1 veya 2 aydır var kardeş dedi. Mazlum gariban biriydi cebimden para çıkardım dedim ki;

Abim al bu parayı bir taksi ile işyerine hemen yetiş ayrıca tekrar döndüm bir miktar daha para verdim bununla da çoluk çocuğa bir şeyler alırsın dedim. Sanırım iç Anadolu’dan bir yerdendi sadece o mazlum bakışı ile

Gardaş Allah’ım karşına çıkarsın seni darda koymasın diyebildi, bende ıslak vaziyette vapura binip hareme doğru yol aldım.

Enteresan bir tevafuktur ki; başımdan geçen her iki olayda aynı cepte cereyan etmiş birine yardım ettiğim o cepte bir başkası da bana yardım etmişti.

Sonra bize yardım eden o mümin ağabeyi mutlaka bulmam ve verdiği parayı geri iade etmem gerektiğini düşündüm, her şeyden çok tekrar sesini duymak istiyordum, günler geçti beni aramadı bana seni arayacağım demişti. Sonunda ben Unkapanı civarında araştırmayı yaptım gittiğimde kendisi dükkânlarında yoktu, oradan telefonunu aldım aradım dedim ki;

Yahu Müslüman niye aramadın beni? Dedi ki;

Kardeş ne olur ahiret azığımı benden alma bana para teklif etme almam dedi sonra benim başıma öyle bir iş gelseydi senin de bunu yapacağını ben biliyorum rahat ol dedi.

Kendi kendime dedim ki; Ya Rabbim sen Dünya’da iyiliklerin karşılığını misli ile geri veriyorsun ya ahirette nasıl mükâfatlandırırsın! Biz en iyisi yardımlara karşılık beklemeden sadece ALLAH için devam edelim, her şeyin sahibi her şeyi hakkıyla bilir ve gözetir ve bunu Dünyada dahi bizim gözümüze gösterir.

Dualarda ve iyiliklerde buluşmak emeliyle….

Anahtar Kelimeler :

Paylaş


Yorum Sayısı : 0